21 Şubat 2014 Cuma

SADECE BİRAZ ZAMAN





Çoğumuz hayatın acımasız rutinine karşı, hiçbirşey yapamıyor biliyorum. Bunun sebebi maddi olabilir, hırs, beğenilmek, kıskançlık... Bazen durup "Ben ne yapıyorum diyor musunuz?". Ya da şöyle söyleyeyim, bu soruyu kendinize sorma cesaretiniz var mı?

Küçükken normal bir çocuktum yani standart diyelim:) Disney çizgi filmleri izleyen, hatta uzun süre "Disney" yazısında ki "y" harfini fontun yazılış şeklinden ötürü "p" harfine benzeten ama herkesin neden disney dediğine anlam veremeyen, bu çizgi filmleri izlerken yanında lolipop ya da bonibon tarzı şeyler yemeyi seven, bir yandan elinde ki barbie bebeğinin saçlarını seven bir çocuktan bahsediyorum. Bunlar o zamanlar yapmayı en çok sevdiğim şeylerdi, müzik dinlemek ve resim yapmak dışında:) Korkmayın! Size çocukluğumu anlatmayacağım şimdi:) Ortaokul 3.sınıftan itibaren, standart olan herşeyi, bir anda sevmemeye başladım, bu ergenlik olayı haliyle herkes yaşamıştır. Lise, üniversite derken bu anarşist ruh hali devam ediyor, bazılarımız ömrünün sonuna kadar bu ruh halinde olmaya devam ediyor, bazılarımız ise daha normal bir yaşam şeklini benimsemeye devam ediyor, doğru mu?

Hayatımızı seçimler yaparak sürdürüyoruz, şöyle birşey var ki, her iki farklı yaşam şeklini benimseyen insan modeli de , aslında hayatın akışına kapılıyor. O anarşist ruh dahi, hergün aynı işe gidip gelmek zorunda kalıyor, bunun aksini iddia etmeyin, ayrıca şu anda tam da çoğunluk kesime konuşuyorum:) İstisnalar var ama çok çok az bir yüzde diliminde! 

Konuma dönecek olursak, o akışın hızında yaşarken kendinizin aslında yavaş yavaş yok olduğunu biliyor musunuz? O çocuklukta ki cindy bebeklerinin saçlarını seven kız ya da pizza yerken ninja turtles izleyen küçük oğlan değilsiniz artık. Hergün takım elbise giymek zorunda olan, çevresindekilere emir veren ya da alan, arabasının anahtarını evde unutan, sonra o anahtarı aslında başka bir yerde mi olduğunu düşünen insan modeli? Pardon ben bu akışın içinde size ait bir parça görmüyorum. Bizim ihtiyacımız olan şey ise, arada bir kendimize karşı seyirci olmak ve kendimizi şımartmak. Eğer sürekli hayatın stresi içinde olmaya devam ederseniz, emin olun yaşam kaliteniz bir sürü sonra azalıcak. Ve sonu sizin yokoluşunuz...






İki hafta önce, bir anda karar alarak, otobüse atladım ve manisa'ya gittim. Uzun zamandır aile büyüklerini ziyaret etmek istiyordum. Oraya gitmek beni, çocukluğuma geri döndürdü adeta!
Ordayken geçmişimi sorgularken, aynı zamanda da kendimi düşündüm. Ara ara sohbet ettim kendimle, sorular sordum ve cevap aradım. 
"Ben napıyordum?", "Napıyorum?" , "Şu anda yaşadığım hayattan mutlu muyum?",  "Eskiden düşünüpte sahip olmak istediğim kaç şeye sahip olmuştum ?". Bunları tekrar ve tekrar sorunca kendime, cevapları yavaş yavaş gelmeye başladı. Kendimi uzun zamandır unutmuştum, hayatım, hastalıklar, sorunlar, ilişkiler herşey beni ele geçirmişti. Ele geçirildiğiniz de ise algılarınız kapalı oluyor, boğuyor sizi, bunaltıp bırakıyor. Enerjinizi emiyor, ruhen çöküyorsunuz. Arada benliğinize yaptığınız kısa buluşmalar, yapmak istediklerinizden uzaklaşmamanızı , böylelikle de gerçekten sizi mutlu eden şeylere sahip olmanızı sağlıyacaktır.

Kendinizi ihmal etmeyin, makyaj ve saç yapmaya ya da kıyafet seçmeye ayırdığınız vakit kadar belki daha bile fazla, ruhunuzun aynasıyla konuşmayı deneyin! :)

Yani ben, İstanbul'dan uzaklaşırken, aslında kendime daha yakınlaştığımı farkettim. Artık havada farklı bir kokuyu soluyordum, renkler farklı, şehir farklı, bende farklılaştım... Çok kısa zaman içinde, ne yapmam gerektiğini düşündüm. Kafama takılan soruların yanıtlarını buldum, içsel bir rahatlama yaşadım. Ve onları bu haftalarda hayata geçirmeye başladım.İnanın! Benim için yeni bir dönem başlıyacak, belki zor ve koşturmacası bol ama beni mutlu etmeye değer :) 


Aklıma geldi, bonibonları renk skalasına göre dizer, öyle yerdim!
Pek standart değilmişim, sanırım? :)


Gözde Becerikli






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder