29 Aralık 2014 Pazartesi

MUCİZE TOPRAKLARIN DA GEZİNİRKEN

TAM 1 SENE OLDU, KANSERİN BANA UĞRAMADIĞI. ONA BENDEN UZAK DUR DEDİM, SANIRIM BİRAZ FAZLACA SERT ÇIKIŞMIŞIM. MUCİZELERE İNANDIĞIMI SÖYLEMİŞTİM SİZE...


Hep güzel birşey olsun umuduyla uyanırız aslında, çünkü günün başlangıcıdır sabahları. Bir gün öncesinde ne olduğu umrumuzda olmaz bir süre,yeni bir gün başlamıştır, yeni bir sayfa gibi.Bu az bir zaman dilimi olsa bile,hissetmek yeterli olur diye geçiririz aklımızdan. Peki bu mutluluğun size sürekli uğradığı olur mu? 

O saf,eşsiz mutluluk benim son günlerimi hatırlattı bana. Mr sonuçlarımın temiz çıktığı birkaç gün önce ki zamanlar. Son 8 senedir kötü haberlerle yaşayan ben, sanırım son 1 senedir hayatımın en güzel vakitlerini yaşıyor hale geldim. Bazen bunun bir rüya olduğunu düşünüp kendimi dürtüyorum:)Hey! Gözde ! Kendine gel!

İnanması güç olsa da, ben bir şeyi başardım sanırım, kanseri yendim. Beni 9 kere alt etmeye çalışsa da. Tertemiz bir Mr kağıdını bana rüyalarımda verirlerdi önceleri, şimdi o rüyalar gerçek oldu. Bende buna mucize toprakları diyorum. Beyin gücümle kanseri yenmenin mutluluğu ile onu hiç ama hiç sallamamam sanırım başarıya ulaşmama sebep oldu.Kanseri hiç düşünmeyin, vücudunuzda gezinirken aslında varolmadığını düşünün onun. Sizin gibi değerli bir varlığı alt edemez ki, edebilir mi sizce? Ona meydan okuyun ki sizden korkup kaçsın, hasta olmadığınızı gerçekten bedeninize haykırın. Ruhumuz bizi yaşatan şey, beden sadece hapsolduğumuz bir araç. 

Ben yaşayan bir örnek olarak hep karşınızda durmak istiyorum, yıldığınız her an her dakika bana yazın, unutmayın sizden daha çok sizi düşünen hep biri var burda. Eğer gücünüz yoksa da benim gücüm hepinize yetecek kadar çok var, çünkü ben onu depoluyorum. Gerekli zamanlarda da çıkararak kullanabiliyorum. 

Acınız hayat enerjinizin önüne geçmesin, başka hiçbirşeye inanmayın kendinizden başka...

Hastane günceme gelicek olursak, biraz bahsetmekte fayda var sanırım. Son iki Mr tetkikimi Göztepe Medeniyet Hastanesin'de yaptırdım, hani bu minibüs yolunda ki.İçini yenilemişler ve makineler gayet yeni ve temiz. Sgk güvenceniz varsa bedavaya bu işi halledebiliyorsunuz. Artık MR çekilen yer ayrı bir binada değil.Hastanenin zemin katında, ister merdiven kullanın ister asansör.Ben asansör bekleme sabrını gösterewmediğim için, o gün koşarak indim merdivenleri, hatta 2'şer 3'er:) Sonuçları almak için 2 saat bekledim, radyolog doktorun imzası gerekiyormuş, orda bir hayal kırıklığına uğradım, yüzüm asıldı:( Aylardır beklediğim sonuca bu kadar yaklaşmışken hemde. Annemle birlikte yakında bir pastaneye gittik, kestaneli pasta yedim. Uzun zamandır pasta yememiştim, belki de onu yiyerek kendimi ödüllendirmek istedim. Güzel bir sonuç çıkar düşüncesiyle..

Annemle sohbet ederken vakit geçmişti, tekrar hastaneye döndük, bir yarım saat daha beklettiler. Sekreterler pek bir umursamazdı.Herkes birşeyler bekliyordu, o üzgün gözlerle.Benden daha büyük acıları olanları düşündüm o anda. Gerçek yaşamın ta kendisi hastanelerdeydi aslında. Acının, mutluluğun, hayal kırıklıklarının yaşandığı yer.. Oraya gittiğinizde psikolojiniz bozuluyor biliyorum, her 3 ayda bir o soğuk koridorları bende geziyorum. Bunun katlanmanız gereken birkaç saat olduğunu düşünün yeter. Sonunda kağıdı alabildim, Annemle birkaç kere okuyup, yazılanları algılamaya çalıştık. 


-E,bunda birşey yok ki!

-Hadi bir daha okuyalım iyice.

Bazen gözlerinizin şahit olduğu şeyi, algılarınız kabul etmez:)

Kan sonuçları da muhteşem. Demek ki mucize denilen birşey varmış:)

Ertesi gün sonuçları alıp Amerikan hastanesi'nde ki onkoloğum Prof.Dr.Sevil Bavbek'e gittik. O da aynı tepkiyi verdi:)

- E,bunda birşey yok ki!

Annemle gülüştük. Bu sonuçlar gerçekten hayata daha da sıkıca tutunmak için bir sebep, sevmek için, yaşamak için...

Ben yine düşünmeyeceğim seni sarkom, hatta bana hiç gelmediğini düşünmeye başlayacağım sanırım. Seni hayatımdan ignore etmek çok zevk veriyor bana, gizli bir sadistliğim var sana karşı. Üzgünüm, elimden başka birşey gelmiyor:)

Sevgiler,

Gözde Becerikli


19 Kasım 2014 Çarşamba

BİZİM SESSİZ KAYBOLUŞLARIMIZ


KAYBOLABİLİRİZ DEĞİL Mİ? BAZEN KEDERİNİZİN, BAZEN MUTLULUĞUNUZUN, BAZEN GÖZYAŞLARINIZIN, BAZEN DE HAYATIN TA KENDİSİNDE...



Herşeyin sonsuz olacağını düşünürsünüz, sonra sonsuzluğu anlamaya çabalarsınız, elde ettiklerinizin hep elinizin altında güvende olduğu hissine kapılırsınız. Bunun için size bir zaman dilimi veremeyeceğim, bu belki 1 sn sürer, belki de 1 hafta belki de 1 yıl. Sadece ve sadece kaybettiğiniz ana kadar. Peki niye kayıpların arkasından ağlarız, sızlarız.Bizi üzen kısmı eldeva demek mi, yoksa bir daha aynı şekilde hissedememek mi? Kaybettiğiniz an mı kafanıza dank eder, değerlenir öylece? Neden böyle oluyor? Ne çok soru var değil mi? Aslında hergün birşeylere elveda derken... Bir öpücüğe, bir arkadaşa, bir kediye, bir elbiseye, bir güne, bir anneye, bir kardeşe, bir aşka...

Doğum anımızdan beri bize hiçbir şeyin sonsuz olmadığı öğretilmişti ya, şimdi size bunu hatırlatıyorum. Sonsuzluk aslında kafamızda ki o süregelen kavram değil. Sonsuz şeyler aksine anlık yaşanır, içinizin ürperipte düşünmediğiniz anlarda hatta. O sizin sonsuzluğunuz olur bir anda. Eğer ki düşünmeyip, sadece hissedersiniz ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız. Hadi şimdi korkularımızı bir kenara atalım, başınıza kötü bir şey geldi diyelim, neden hemen içimize kapanıyoruz. Neden bir anda bahçedeki pembe gülleri, petunyaları yada o yemyeşil ağaçları, size gülümseyen tatlı bir kız çocuğunu, masum masum iri gözlerle size bakan bir kediyi arkamızda bırakıyoruz? Gerçek şu ki onları biz yanlızlaştırıp, ötekileştiriyoruz. Aslında tüm güzellikler hala çevremizde varlar.

Bunları kaybetmeye değer mi? Umutsuzluklarımız hayatımızı ele geçirmesin, bunu mutlu olduğunuz anlarda çok iyi algılayamazsınız malesef ki, biliyorum. Ne zaman gülümseyerek bakmaya başladığınız da hayatta size tüm o güzel şeylerini tekrar sunmaya başlar. Aksini iddia etmeyin, hergün gülümseyin yeter ki, her ne olursa güzel şeyleri hepimiz hakediyoruz.Peki kayboluşlarımız, kendimizden kaçışımız. Ne kadar manasız oysa ki. Ama bizim sessiz kayboluşlarımız, bizim sessiz melankolilerimiz aslında.

Son olarak söyleyeceğim bir şey daha var, ben gülümsemeye devam edersem, o güzellikler beni de bulacak mı acaba?


Sevgiler,
Gözde Becerikli








28 Eylül 2014 Pazar

IŞIKLAR KAPALI


SİYAHTAN NELER NELER ÇIKARABİLİRSİN DEĞİL Mİ? ANCAK, RENKLER  HER ZAMAN VAR BAZEN UNUTSAN DA...


Uzun süredir ışıkları kapadım, renkleri kalbime gömdüm. Unuttum belki de, belki de hatırlamak istemedim, sessizliği seçtim. Uzun soluklu oldu biliyorum. 
Bazen sessizlik iyidir, sessizlikte bulur insan kendini. Ama, kalbinin atışını duyana kadar bu sessizlik bozulur aniden, başka hayatların olduğunu düşünürsün, capcanlı, tazecik. İstemesen de doğrulup, bağırmak istersin, boğazında düğümlenir, çıkaramazsın. Belki de çıkarmak istemezsin. 
Çıkarmalıyım diye düşündüm çokça, başka çare bulamadım sanırım tekrar yazmaya başladım. Parmaklarım birbirine çarpıyor, sanırım unutmuşum. Hala titriyor ellerim, odam soğuk, kış geldi galiba. En son haziran'da kalmıştım. Ne zaman yapraklar döküldü, sarardı mı farkında bile değilim, en son yeşillerdi. Şimdi her yer soğuk, gri, ıslak...
Kışı sen getirdin, yağmur damlası olarak düşeceksin, yeşereceksin sonra. Pırıl pırıl olacaksın eskisi gibi, hatırladığım gibi. Senle yada sensiz olacaksa da, seni hissedeyim yeter ki, bileyim varolacaksın yakında...

Ben ise yoluma devam edeceğim, etmek zorundayım biliyorsun. Keşke burda olsaydın da, sana güzel haberleri verebilseydim, 6 aydır vücudumda tümör yok, sağlığıma kavuştum. Hep iyi olmamı isterdin ya, bak ben iyiyim, sözümü tuttum. 

"Umarım seninle birlikte paylaştığımız sevgi birbirimizi uzaktan hissedip hiç bir vücuda bürünmesine gerek kalmayacak kadar büyüktür. Aylardır tek düşündüğüm şey işte. Çocukça olacak ama bunun yollarını arıyordum. Acaba havaya mı üflesem, ellerimle mi itsem diye düşünüyordum. Sonra da rüzgara bırakmayı istedim. " demiştin bir keresinde hatırlar mısın?  Bıraktığın o şey bana hayat verdi biliyor musun?











23 Haziran 2014 Pazartesi

GÜZEL VE GERÇEK

GERÇEKLEŞEĞİNE İNANDIĞINIZ ZAMAN, TÜM GÜZELLİKLER ÖNÜNÜZE SERİLİYOR. KENDİNİZİ MASAL KAHRAMANI GİBİ HİSSEDİYORSUNUZ, ÇÜNKÜ TÜM OLAĞANÜSTÜ ŞEYLER MASALLARDA OLUR DEĞİL Mİ?


Benim masalımda bildiğiniz üzere dramatik başlamıştı, ama ben kurguyu tamamen farklı bir yöne taşıdım, sadece iyileşeceğime inanarak.

Sizinle konuşmayalı tam 1,5 ay oldu. Kayaköy'deki hayatımı yoluna koymakla meşguldüm, üzgünüm. Ama sizinle gerçekten güzel şeyler paylaşacağım ve kendimi affettireceğim:)

İlk olarak geçen hafta aldığım MR neticelerinden bahsedeceğim size. MR sonucumu almaya yakın, korkularım ve endişelerim bütün bedenimi ele geçirmişti. İstanbul'dan uzaklaşıp yeni bir hayat kurma girişimim şu ana kadar bana en iyi gelen, beni en mutlu eden şey olmuştu.Kötü birşey çıkarsa tüm bu güzellikleri bırakıp hastane odalarına hapsolma düşüncesi beynimi yiyip durdu...

Bu gelip geçici bir hastalık değildi, tekrar nüksetme olasılığının yüksekliği bu gibi zamanlarda, malesef ki sizi oldukça tedirgin ediyor.Aynı hisleri bende yaşıyorum her 3 ayda bir. Fakat burda, hastalıktan ve endişelerimden oldukça uzak kalabiliyorum. Çünkü burası gizemli bir köy, ilginç bir şekilde iyileştirici etkisi var insanların üzerinde. Köy'ün havasında farklı bir karışım var, bazen sis bulutu çöküyor bulutların üstünde yürüyormuşsunuz gibi hissediyorsunuz. Kulağınıza melodik bir şekilde böceklerin ya da yaprakların sesleri geliyor, bu sesleri bir cümleye benzetmeye başlıyorsunuz. İstanbul'da korna sesleri yada motor sesleri ile uyanmak ne kadar can sıkıcıymış. Yada dört duvar arasında bir günü geçirmek, stres ve sıkıntı dolu çalışma hayatı, insan ömrünün kısalmasına yeterli sebepler değil mi?

Huzurlu ve izole hayatımın tadını çıkarırken, MR sonuçlarımı almama dakikalar kala, bana verilen kağıtta güzel şeyler yazacağını düşündüm. Ne olursa olsun ben mutlu olacak birşey bulabilirdim, bugüne kadar da öyle olmadı mı? Yetkili doktorun bana uzattığı kağıtta hiçbirşey yazmıyordu, bomboş tertemiz bir kağıt parçasıydı. Tekrar ve tekrar okudum. Görülen en ufak bir kitle bile yoktu, anneme sarıldım. Masalda gibiydim, ameliyattan sonra tertemiz geçirdiğim 6 ay. Belki de bitiyordu, belki de duraksamıştı. Doktorlar ne yapıyorsan devam et dediler, kullandığım vitaminler,votrient ve en önemlisi burda tamamen organik beslenmem işe yaramıştı!!! 




Mükemmel haberin ardından, İstanbul'dan Kayaköy'e döndüm. Artık iş yapma zamanı, hemen bilgisayarımın başına oturdum ve yazmaya başladım. Sanırım üstümde MR sonucunun endişesi vardı, şimdi daha sağlıklı düşünebiliyor ve plan yapabiliyorum.

Zihnim yeni fikirlerle dolu, artık hastalık konusuna yer yok orada!

Pozitif düşüncenin insan sağlığına olan büyük etkisinden bugüne kadar çokça bahsettim, şimdi değinmek istediğim konu organik beslenmenin önemi. Sebze ve meyve yiyerek sağlıklı beslendiğini düşünen birçok insan aslında, kimyasal gübrelerle yetişen hormonlu ve ilaçlamalı ürünleri yemekte. Bu bahsettiğim temel 3 zararlı uygulama ürünlerin sezon dışında yetişmesine ve kalemle çizilmiş gibi kusursuz görünmesine yol açıyor. Fakat içi zehir dolu, bu zararlı kimyasallar kansorejen olduğu gibi birçok hastalığa yakalanmanıza da yol açıyor. Kimi kişilerde organik pazar adı altında köylüler tarafından getirilen, yarı organic ürünleri yiyerek organik beslendiğini sanıyor. Aldığınız ürünlerin yüzde yüz organik olması demek biraz önce saydığım hiçbir uygulamaya girmemiş ürün olmalı. Peki nasıl mı anlayacaksınız?

-Sebze ve meyvelerin hangi sezonda yetiştiğini bilip, sezon dışı ürün yemeyeceksiniz.

- Aldığınız ürünlerde böceklerin girdiğini kanıtlayacak delikler olmalı ki ilaçlamaya maruz kalmadığını anlamış olursunuz.

-Yamuk yumuk şekillerde olanları tercih edin, kusursuz gözükenlerden uzak durun.

Ben burda organik tarım adına her geçen gün yeni şeyler öğrenmekteyim, bunları sizinle paylaşacağım ve yardımcı olacağım. Eğer bu gibi şeylere dikkat ederseniz vücudunuza daha az zarar vermiş olursunuz.Daha fazlasını bir zaman sonra sizlerle paylaşacağım:) 

Black Diary'i özlemişim. Bazen uzun ayrılıklar hayatımıza yeni nefesler getirir, artık gün aşırı yazacağım. Takipte olun..

Sevgiler 

Gözde Becerikli




7 Mayıs 2014 Çarşamba

YENİ BİR HAYAT


DOĞANIN EŞSİZ GÜZELLİĞİDİR GÜN DOĞUMU VE GÜN BATIMI. AĞAÇLARIN HIŞIRTISI, BAKANI AŞIK EDECEK KADAR İMRENİLESİ SAKİN BİR DENİZ. BİZE AİT OLANA DAHA YAKIN HİSSETMEK ,PEKİ ETKİLENMEMEK MÜMKÜN MÜ TÜM BU HARİKALARA?


Sanırım bugüne kadar verdiğim en doğru kararlardan biri de bu, Fethiye Kayaköy'e yerleşmek. Ölüdeniz, Kaş, Kelebekler vadisi, Kabak ve Gemiler koyu, Afkule ve daha niceleri görülmeye değer:) Bana yaşatacağı tüm güzelliklerin heyecanı şimdiden yeni hayatımın başlangıç şarkısı gibi... Geçen hafta oraya yerleşmek adına yaptığım 10 günlük seyahat sonrasında, bunun gerçekten muhteşem bir fikir olduğuna inandım ve inancım isteklerimin doğrultusunda gerçeğe dönüştü. 

Size hep demiyor muydum? En önemlisi ne istediğinizi bilmek ve ona doğru yürümek. Şansım yaver gitti ki, kendime orman içinde güzel bir ev buldum, kitabımı yazacağım evim Kayaköy'de Eski Rum evlerine bakıyor. Tamamen organik şeyler yiyebileceğim ve yetiştirebileceğim kocaman bir bahçem var. Şimdiden erik, çilek, limon ağaçlarım mevcut, toprakta yetişenleri sormayın derim:) Her yerde oğlaklar, dağ keçileri, koyunlar, tavuklar geziyor. Köpekler ve kediler de dahil olmak üzere herkes mutlu mesut yaşıyor orada. Şanslı olduklarını biliyorlar, stresten uzak, muhteşem bir manzaraya karşı yaşayıp gidiyorlar. Uyandığınızda sizi mutlu etmeye yeter de artar değil mi? Şanslı olduğumu biliyorum :) Kitap haricinde part time çalışabileceğim yaratıcı bir iş buldum kendime. Yanımda sevdiğim biri de var:)

Birkaç ay önce hastanede yatarken tüm bunların olacağını hayal bile edemezdim. Kendim için izole ve sağlıklı bir hayat kurmak en başından beri aklımı kurcalıyordu, fakat istanbul gibi bir yeri bırakmak çoğu kez sağlık açısından beni tedirgin ediyordu. Ama artık kararım kesin, orada daha da iyi olacağım!

Dün istanbul'a geldim yaklaşık 1 hafta 10 gün kadar işlerimi ve eşyalarımı toplarlayıp oraya yerleşeceğim.Doğada yaşarken yazacağım şeyler sizi de heyecanlandırmadı mı? :)

Gitmeden önce doktorlarımla ikinci görüşmeler yapacağım. Mesela bugün, Biorezonans uzmanım Sinan Akkurt'ta yaptığım bu planın sağlığım için çok çok iyi olacağını söyledi. Bundan sonra Biorezonans seanslarım için İzmir'e gideceğim. Hiçbir şeyi yarıda bırakmayacağım söz veriyorum. Belki de sizlerin de böyle bir şeye ihtiyacı var, düşünün derim:) istanbul'da ki yaşantımda daha çok parklarda gezinerek, denize karşı yürüyüşler yaparak geçiyordu, ben hep bunu tercih ettim çünkü özüm buydu benim. Gecemi yada gündüzümü kapalı alanlarda geçirmek hiçbir zaman bana göre olmadı. Kendimi bulup, daha çok yenileceğim o kadar zamanım var ki, inanın sürekli sırıtıyorum. Daha mutlu olamazdım, kim bilebilir ki belki de herşey artık rayına oturmaya başladı. Ben inanıyorum, sizde inanın!






Bu şarkıda benden size;)



Sevgiler,

Gözde Becerikli

21 Nisan 2014 Pazartesi

HASTA OLMAK KENDİNİZİ BAZEN SUÇLU HİSSETTİRİR Mİ?




Eğer ki ciddi bir sağlıksal problemle yaşamak zorundaysanız bu sorunun cevabı, EVET!

Kanserin hayatıma girmesiyle birlikte çevremde gözlemlediğim ve insanlığın çoğu kez öldüğüne şait olmak zorunda kaldığım bir soru bu. Bu kadar kaba bir tabirle yazdığım içim özür dilerim ama yaşadığım deneyimler bana bunu öğretti inanın ki. Dışardan duyarlı gibi gözüken çoğu insanın aslında hayatına sokmak istemediği insan tipisiniz. ( Evet birçoğuna göre böylesiniz malesef ki ) Kara mizah yapıyorum ama gerçek bir tarafıda var .Yazdıklarıma belki inanamıyacaksınız ama izlediğiniz bir çok drama filminden daha çok etkileyecek ve şaşırtacak sizi:) 

Örnekleyeceğim hikayelerde, kimseyi yargılama gücüne sahip değilim, yineliyorum ki böyle insanlar aramızda mevcut.

2007 başlayan hastalık sürecim bugün itibariyle tam tamına 7 senesini doldurmuş. Bu kadar sene, hastalıktan dolayı yaşadığım tüm acılarla birlikte çevremde ki insanların psikolojilerini incelemekle geçti diyebilirim. İnsan olduğumuz için bencillik, kıskançlık, kin, nefret gibi duygulara sahibiz peki bu duygular olması gerektiğinden fazla olunca ne oluyor? Hemen farkedebiliyor musunuz? Karşınızdakilere hatalarını söyleyebiliyor musunuz? Onlarla doğru bir iletişim kurduğunuzdan emin misiniz? 

Size gerçeğe dayalı birkaç hikaye anlatacağım şimdi...

Birkaç zaman önce duyduğum bir dialog:

Mr.Nobody: Ben seninle ilgilenemem, senin gibi hastalığını önemseyemem. Benim için böyle bir yükü kaldırmak çok zor. İşsizim, parasızım hayatta baş etmem gereken bir sürü dert var, konu birde sen olunca malesef üzgünüm ben senin kadar iyi biri değilim.

Miss Love: Benim iyi olduğumu nerden çıkardın, beni ne kadar tanıyorsun ki bay çok bilmiş. Sanırım, kanser olduğum için beni suçluyorsun. İnsanlar ne zaman insan olmaktan vazgeçti? Ben zamanın gerisinde miyim acaba?

Mr.Nobody: Hayır tabiki, seni kanser olduğun için suçlamıyorum ama ben seninle ilgilenemem, yapamam sadece. Kendime zor bakıyorum, sana istediğini veremem.

Miss Love: Kimsenin bana bakmasına ihtiyacım yok ki! Bunu nerden çıkardın. Belki hastalık beyinden beyine aktarılan bir virüstür, nerden biliyorsun ki? Belki de iyi oldu seni hemen tanımak, küçücük bir tökezlemede pes ediyorsan, yaşamaktan çoktan vazgeçmişsindir. Benim için üzülme çünkü ben senin için endişeliyim ve üzgünüm. Taraflardan birinin üzgün olması gerekiyorsa o da benim. Egomu okşadın ve şu an inan ki çok iyi hissettim çünkü yaşamayı seviyorum. Kendimi tanıdığım ve sevdiğim için de çok şanslıyım bir o kadar. Ve son olarak da, ne istediğimi biliyorum, senin gibi insanların hayatımda olmaması gerektiğini...

Mr.Nobody: Ben aslında bunu demek istememiştim, sen hasta olduğun için değil, kendini kötü hissetmeni istemem.

Miss Love: Kim ben mi? ( Geniş bir gülümseme )



Başka bir hikayede, uzaktan. Birkaç şahıs öteye gidelim şimdi de:

Mrs.Trash: Hasta biriyle birlikte olmana çok şaşırdım doğrusu.

Mr.Someone: Niye ki?

Mrs.Trash: İnsanlar eşlerinden boşanıyor bu yüzden, kimse hasta biriyle birlikte olmaz ki. Sonrasını hiç düşünmüyor musun?

Mr.Someone: Beni tanıyamamışsın.


Geçmişten gelen başka bir monolog şeklindeki dialog:

Mr.Hate: İşimle ilgilenemiyorum, hiç birşey yapamıyorum. Konu hep sensin ve senin hastalığın. Ben kendime dair hiçbir şey yapamıyorum artık, yoruldum. Buna devam edemeyeceğim.

Miss Sick: Benim yüzümden mi tüm başarısızlığın?

Mr.Hate: Sen olmazsan hayatımda istediğim herşeyi yapabileceğim. Yanlız kalmam gerek anca bu şekilde olacak. 2 sene önce rockstar olabilirdim, artık yaşım geçti gitar bile çalamıyorum, yazı yazamıyorum. Sen hastaneden çıkınca sadece kendimle ilgileneceğim, üzgünüm.

Miss Sick: Peki..


Bencil miyiz? Evet benciliz fakat bu kadar mı? Sonrasını kim biliyor ki? Hayatımızdan o kadar eminsek eğer, neden mutsuzuz hala? 

Örnek olarak yazdığım dialoglar birkaç insan evlandına ait. Çok kere duydum çok kere işittim, belki şahsıma belki de başkasına aitlerdi. Herkesin kendi öncelikleri olduğunu bilmeme ve empati kurmama rağmen, karşıma çıkan çoğu kişiden bunu alamadım. Hastalığınızı sizden önce nedense bir başkası düşünüyor ve sizin rahatsızlığınız üzerinden kendini rahatlatmaya çalışıyor. Hastalık süresince ne kadar çekilmez olursanız olun, eğer biri size gerçekten değer veriyorsa bu tarz cümleleri emin olun ki işitmezsiniz. Bir insan aşırı derecede bencilse ondan uzak olun, çünkü aslında yaptığı bencilliğin zararını size mal etse de zararını bir süre sonra kendi farkedecek ve içsel yıkıma uğrayacaktır.

Benim ilkelerimden biri, hiçbir duygu uçlarda yaşamamak, bize öğretilende bu değil miydi zaten? Eğer kendinizde aşırı olan bir şeyler farkediyorsanız hemen harekete geçin ve onu normala döndürün. Nefret edilen biri olmak istemiyorsanız, bu dediğime kulak verin. Eğer bunu yapmazsanız, karşınızdakinin sizi suçlamasına izin vermiş olursunuz. 

Bahsettiğim konunun yanlış anlaşılmamısından ötürü şöyle bir uyarıda bulunacağım. Size kesinlikle normal normlarda biri olun demiyorum, o zaman sıradanlaşırsınız fakat duygularınızı sadece normal seviyede tutun. Yaptığınız tüm başarısız girişimlerin sebebi de budur zaten. Aşırı nefret duyarak yaptığınız bir işten mutlu ayrılmış olamazsınız, aşırı kıskançlık hissettiğiniz bir ilişki güzel bitmemiştir, aşırı ego gösterisi yaptığınız bir insanda iyi izlenim bırakmamışınızdır değil mi? İşte bahsettiğim tam da bu!

Yanlışlar yapın çünkü yanlışlar bizi doğruya götürür fakat bunu farkedin ve farkında olun. İnsan ilişkilerini basitleştiren yegane değer aşırılılıktır. Karşınızdakini anlama ve tanıma süreci bu kadar kolay olamaz ki! O zaman herkes aynı olurdu değil mi? Hiçbirşey için acelemiz yok, sakiniz, sakin olmalıyız. Eğer sakinliğimizi korumazsak evrendeki tüm negatiflikleri kendimize çekmiş oluruz. İlk olarak kendinizle barışık olun ve kendinizi sevin. Başkalarını sevmek ve anlamak sonraki aşama olmalı. Umarım açıklayıcı olmuşumdur. İyi haftalar!

Sevgiler,

Gözde Becerikli

15 Nisan 2014 Salı

VOTRIENT VE BEN

YATAKTAN KALKAMIYACAK DURUMDAYKEN BİLE İYİLEŞEBİLECEĞİNİZİ HAYAL ETMEK NE GÜZEL! 



BİRAZ BEN

Birkaç hafta ortalardan yok oldum, biraz herşeyden uzaklaşmak istedim, küçük küçük rahatsızlıklarım oldu, kendi halimde takıldım. Şimdi size son birkaç haftayı özetlemenin vakti! 

Sürekli olarak kullandığım kemoterapi hapı Votrient fazlaca yan etkilerini göstermeye başladı. Geçen hafta bir sabah, yüzüm ve boynumda parça parça harita şeklinde kızarıklarla uyandım (herhangi bir kıtaya benzetemedim), yüzümün her yeri yanıyordu adeta, panikledim. O gün neyse ki, biorezonans randevum vardı. Doktorum Sinan Bey, endişe edilecek birşey olmadığını hatta bunun çok iyi bir tepki olduğunu söyledi. Nasıl mı? Bahar alerjisi olmuşum fakat daha önceleri olmuyordum, ya şimdi? 

Meğerki, artık bağışıklık sistemim güçlendiği için vücudum küçük küçük alerjilere tepki göstermeye başlamış ve bu da vücudumun dirençli olduğunun işaretiymiş. Pek sevindim ama tabiki de alerjilerin yanmasının ve kaşınmasının geçmesini 2-3 gün beklemek pek hoş olmadı.

Bahar alerjisi ile birlikte, vücudum yine Votrient'ten dolayı ödem yapmış, bundan dolayı diş etlerim şişti, zar zor yemek yedim. Ağzımda ki şişlik hala geçmedi, beklemedeyim :( Ve bunun üstüne de bir tane daha şey eklendi, Yüksek Tansiyon! Yine Votrientin yan etkisi. Dünden beri co-diovan adlı tansiyon hapına başladım. Yüksek tansiyondan ötürü sürekli yatma ve uyuma halindeyim çünkü kulaklarımın içinde bas sesleri güm güm patlıyordu :/  Tansiyonum 18*10 , 16.5*10 civarı çıkıyor ki eskiden 12*8 çıkardı. Durumlar böyle olunca ve herşey üstüste gelince benden sizden uzaklaşmak zorunda kaldım. Bunların haricinde kendimi duygusal ve mental olarak da çok iyi hissedemedim. Hayatımda birşeyler ters giderken, ben iyice kendi halime çekiliyorum, çok güzel bir huy değil biliyorum ama bazen bu gerekiyor emin olun.


Bunlar haricinde hayatıma yön vermeye çalışıyorum, duygusal anlamda toparlanmaya ihtiyacım var. Votrient'in gazabına uğradığım için bir bakıma şanslı olabilirim, çünkü bu yan etkilerin olması, ilacın vücudumda ki etki derecesini gösteriyor. Kanserleri hücreleri öldürürken, beni de başka şekiller de hasta ediyor. Tekrar kansere yakalanmaktan iyidir ama bu çektiğim acılar:) 

Baharın ve yazın gelmesini dört gözle beklerken, yaşadığım tökezleme evresi çok beklendik değildi, ama her zaman hayatımın değerinin farkındayım, tek yapabildiğim şeyde bu:) Bazen en dipteyken, birden küçük bir anlığına mutlu olmanız bile, size geçmişte ki tüm kötü anıları unutturuyor değil mi? İşte bizi yaşatan şeyde bu, bitmeyen tükenmeyen umudumuz! O anlık mutluluklar için yaşıyoruz, hayat böyle birşey, yaşamaya değer malesef ki!


Sevgiler


Gözde Becerikli



24 Mart 2014 Pazartesi

GİRDAP


                       EN DİBE VURDUĞUNUZDA SİZİ İYİCE İÇİNE ÇEKEN 
                     VE ASLA KURTULAMAYACAĞINIZI DÜŞÜNDÜRTEN O DUYGU ...


Bizim duygu girdabımız... Nasıl da sinsice içine çekiyor, farketmeden kölesi oluyorsunuz. Peki bu ruh halinden çıkmayı nasıl başarabiliriz? 

Olumlu sağlık haberlerimi aldığımdan beri, içimi yeni bir yaşama sevinci sardı. Bunu çok uzun zamandır bekliyordum, derin derin nefes almayı, her nefesimde yaşamayı bir o kadar daha çok istediğimi bilmek. Kaybettiğim sayısız anın önemi bir anda yok oldu, şimdi her uyandığımda uzun uzun yapacaklarımı düşünüp, sevincini yaşıyorum. 

Evet, dediğim gibi kaybettiğim birçok şey oldu geçen 7 sene boyunca. Saçlarım, kaybolmuş bir ruh hali, hepsi benimdi ve aynı zamanda kayıptı. Gidenlere ve yaşadıklarıma artık üzülmüyorum, eğer üzülürsem tümörler geri gelir, bunu çok iyi biliyorum. Zamanında çokça bu hatayı yaparak, kendimi daha da hasta ettim, elime geçen neydi? Hiçbirşey ve aslında kötü herşey...

Böyle olgun düşünmeyi hakettiğimi düşünüyorum artık, giden şeylere üzülürsek biliyoruz ki; hayatımızda ki yenilikleri ve güzellikleri kaçıracağız. Bu şekilde düşünebilmeyi hepimiz hakediyoruz, herkes kendi için özel ve güzel. Sizin bir benzeriniz yok, yaşadığınız tüm kötü şeyler sizin başarınız aslında. 

Nasıl mı?

Hayatın dümdüz bir çizgi olmadığı konusunda herkes hem fikir olmalı. Size çok ama çok basit bir örnek vereceğim.

Mesela, beğendiğiniz bir eteği yada pantolonu almaya gittiğiniz, cebinizde paranız var, o sabah kalktığınız da hava yağmurlu. Yağmurluğunuzu giyerken, bu sizin alışveriş gününüzü berbat edemez diye düşünürken, şemsiyenizi aramaya başlıyorsunuz. Fakat şemsiyenizi birkaç gün önce dolmuşta unuttuğunuzu farkediyorsunuz, dışarı çıkınca bir tane alırım diye düşünüp, evden ayrılıyorsunuz. Ama olaylar istediğiniz gibi gelişmiyor, ortalıkta ne şemsiye satan biri var ne de boş taksi! Hatta ve hatta yağmur gittikçe şiddetleniyor. Dolmuş bekliyorsunuz, yağmur hızı sinirlenme kat sayınıza yetişiyor. Uzaktan gelen dolmuşu görünce, yüzünüzde bir gülümseme oluşuyor, fakat yaklaşınca görüyorsunuz ki dolmuşta boş koltuk yok :) Pardon komiğime gitti. Neyse, bir tane daha dolmuş geliyor ve şükürler olsun ki bindiniz. Üstünüz sırılsıklam, parayı uzatıyorsunuz, ellerinizin ıslaklığıyla bozuk paralar elinizden kayıp etrafa saçılıyor. Yanınızda oturanlar parayı toparlayıp size uzatıyor. Neyse ki bunu da atlattınız! İniceğiniz yere yaklaşırken, sabah ki kadar mutlu hissetmediğinizi düşünüyorsunuz ama kıyafetinizi alacaksınız, o konuda kararlısınız hala. Mağazanın önünde indiğinizde, bir araba hızla yanınızdan geçerken üstünüzü ıslatıyor. Artık küfretme zamanı diyip, ağzınızdan o kelimeleri çıkarıyorsunuz!

- LANET OLSUN! DİKKAT ETSENE YA! 

Mağazanın içine kedi gibi ıslanmış bir şekilde ve birazda üşür halde giriyorsunuz. 

-Evet ben ne alacaktım?

-Etek!


Reyonlara bakıyorsunuz alacağınız eteğin bedeni kalmamış. Ama o eteği bugün alacaktınız hani? Eli boş ve ıslanmış bir şekilde eve geri dönüyorsunuz. 

Moraliniz bozuk değil mi? Peki çok mu bozuk? Daha kötü günleriniz illa ki oldu, bunu içten biliyorsunuz. Ama o an diyorsunuz ki, ben ne kadar şanssız bir insanım, mutlu olmam için bir sebep var mı bugün? 

Aslında çok ama çok sebep var. Daha kötüsü olabilirdi, alt tarafı bir etek, alt tarafı bir kavga, alt tarafı bir kayıp, alt tarafı kolunuz kırıldı, alt tarafı ameliyat oldunuz, ama iyi ki yaşıyorsunuz. İşte buna sevinin ve mutlu olun! Olumsuz düşünce girdabı, adı üstünde girdap işte, sizi anında alıp götürür. Bu işin kolayı. Zor olan kısım ise, mutluluğu yakalamak, bahsettiğim girdabın içinde hem de! Bu hiç te zor değil.

Eteği alamadığınız gün eve geldiğinizde belki annenize sinirlenip bağırabilirsiniz ve annenizle aranız bozulur. Annenizle aranız bozuk diye, erkek arkadaşınıza kötü davranırsınız, erkek arkadaşınızla tartıştınız için uykusuz kalırsınız, öbür gün işe uykusuz gidersiniz. İşe uykusuz gittiğiniz için, iş yerinde dalgınlıkla bir hata yaparsınız, hata yaptığınız için siniriniz daha da bozulur, azar bile işitmiş olabilirsiniz. Daha devam edeyim mi? Yoksa başa dönüp, alışveriş sonrası kendinize güzel bir kahve yapıp yada sağlıklı bir portakal suyu sıkıp, izlemek istediğiniz filmin başına mı geçersiniz? Belki kediniz de yanınıza sokulur, ne güzel olur değil mi? Size masum gözleri ile baktığı anda, ne yağmuru ne de eteği düşünürsünüz. 

Hayat dümdüz değil işte, olmasın zaten! Mutlu olmayı bilin ve eğer ki değilseniz benden tavsiye, kendinize bir tokat atın!


Sevgiler,

Gözde Becerikli

20 Mart 2014 Perşembe

PAPATYALAR



Tedavilerim bittiğinde erkek arkadaşımla uzun bir tatile çıktık, deniz ve kumun olduğu bir yere gittik, 1 ay kadar orada birlikte zaman geçirdik. Güneş, deniz ve kum üçlemesi bile moralimi yerine getirmeye yetmemişti. Güneş’i gümüş bir istridye kabuğu gibi görmeyi bile becerememiştim. Baktığım her nesne bende nefret uyandırıyordu, hayata ve kendime sürekli lanet ediyordum. Böyle bir durumdayken, kendimi nasıl iyileştirebilirdim ki sizce? Tatilden döndükten sonra, yavaş yavaş saçlarım uzamaya başladı, yavaş yavaş motive olmaya başlıyordum sanki, küçücük bir pırıltı beni bulmuştu. Bana sesleniyordu:

-Beni takip eder misin?

Takip etmek istiyordum ama yolu hiç ama hiç bilmiyordum. Küçük bir fısıldama geldi:

-Tek yapman gereken beni takip etmek, ben senin rehberin olacağım bundan sonra, bana inan herşeyi unutacaksın.
Pırıltıya çok inanmasam da, inanmak istiyordum. Belki de gerçekten doğru söylüyordu. Benim iyi hissedeceğim bir yer vardı, o yerde mutlu olabilirdim. İnanmalı mıyım sana?

-Kendine haklısız etme, herkesin mutlu olcağı bir yer var. Eğer bana inanırsan ben seni o mutluluğa götüreceğim. Fakat oraya vardığımız da yanlız olacaksın. Teklifim hala geçerli, benimle gelicek misin?

“Evet” dedim. Başka bir çarem var mıydı ki, tabiki geleceğim. Umarım karanlık zihnimi eskiden olduğu gibi çiçeklerle donatırsın, sana inanıyorum.

-Bekle, ben sana haber vericem.

İçim biraz da olsa rahatlamıştı ama hala huzursuzluğum devam ediyordu. Hayatı tekrar sevebilecek miydim? Güzel kıyafetler giyip dışarı çıkacabilecek miyim? Saçlarımı geri istiyorum, kendimi geri istiyorum.

Sevgiler,

Gözde Becerikli

14 Mart 2014 Cuma

UZUN BİR BEKLEYİŞTEN SONRA




Gerçek olan tek birşey var! MR neticelerimin temiz çıktığı:) Evet, ben de dahil olmak üzere herkes bu sonuca oldukça şaşırdı! Bekleyişimin çoğu kısmı huzursuz geçse de, sonuç epey sevindirici oldu. 2007'den beri aldığım en iyi MR sonucumun mutluluğu tarif edilemez benim için. Emin olun ki, artık daha bir güzel nefes alıyorum. Sanki beni kuşatan bir duvar vardı önceleri, şimdi ben o duvarı yıktım, paramparça ettim. Kim ister ki hapis gibi yaşamayı? 

Doktorlarım da aynı mutluluğu benimle yaşadılar, bu bir iş bölümü aslında. En büyük iş bendeydi, artık özgürüm. Özgürüm dediğim gibi, beynimin ürettiği o kötü düşüncelerden arındım çünkü. Onların bir daha gelmemesi için, kendimle anlaşma yaptım. Basamakları zar zor çıksam da, artık koşabileceğimi biliyorum. İnanmıştım iyileşme göstereceğime, umut kapıları hiçbir zaman kapanmamış oysa ki. Peki siz ne diyorsunuz? Şaşırdınız mı?

Size iyi olacağıma dair söz vermiştim, ben üstüme düşeni yaptım, şimdilik. Peki ya sonrası? Sonrasını düşünmüyorum, aynı düşünce halinde yoluma devam edeceğim ben. Belki yoluma küçük küçük engeller çıkar, ama ben o engelleri aşacağım. Size, sadece ve sadece, şimdi ki durumum adına konuşuyorum. Gerisini boşverin, çünkü ben boşverdim :) Bu mutluluk kısa süreli bile olsa, yaşamaya değer hayat. Bu bir hediye, hayatımda aldığım en güzel hediye hemde! 

Eğer birşeye yürekten inanıyorsanız, gerçekten onu olmuş bilin. Ben sizin için bir örneğim, kendimi denek ilan ediyorum. Sizin deneyinizin bir parçasıyım, bana kulak verdiğiniz sürece de öyle kalacağım. Ben zor birşeyi başardım, bunun farkındayım. Artık karnıma aniden giren ağrılar yok, artık yorgun değilim, artık sağlıklıyım. Belki sizden bile daha fazla. Sadece vücudum da ameliyat izlerim var, onlar başarımın imzası. O yara izleri bile kaybolmaya başladı, onlara baktığım da iyileşmem için çizilmiş çizgiler olduklarını görüyorum. Benim haritam onlar, yolumu tamamlamam için çizdiğim. Devam ederken arkamdan küçük ekmek kırıntıları bıraktığım yollar var üstünde. Zaman zaman o yollara bakıp, ne kadar şanslı bir insan olduğumu hatırlayacağım ve ardından gülümseyeceğim. Sizi seviyorum, bana aitsiniz çünkü. Sizden vazgeçmeyeceğim, yoluma kaldığım yerden devam edeceğim. Benim tek planım bu. Bir daha ki zamana kadar...


Sevgiler,

Gözde Becerikli



4 Mart 2014 Salı

İLKBAHARIN HABERCİSİ HASTANE KORİDORLARI

İÇİMİZDE Kİ TOMURCUKLAR, GÜNEŞİ GÖRDÜĞÜ ZAMAN ÇİÇEĞE DÖNÜŞÜRLER.
HEPİMİZİN BİR İLKBAHARI VARDIR DEĞİL Mİ? ANSIZIN GELİR, KİMİ YALANCIDIR BİZE ÇİÇEK AÇTIRIR, AÇILAN ÇİÇEKLER GÜZELLİĞİ İLE BİZİ BÜYÜLER. İLKBAHAR BİZİ BEKLER...




Mart ayı ve benim kontrol çanlarım çalıyor... Kulaklarım da MR cihazının apansız sesleri çınlıyor. Damar yollarımdan hızla akan renkli sıvılar, tümörlerime ulaşacak ve onları sarıp sarmalıyacak ki, belirsin o siyah beyaz röntgen kağıtların da... Yarın hastane koridorları benim, uzun bekleyişimin ortakları. Bugüne kadar ne kadar çok şey paylaştım onlarla, gözlerimden akan damlalar kaygan zeminler oluşturdu üstlerinde, ayaklarımın dibinde biriktiler. Başka hastalar da bastı gözyaşlarıma, aynı acıya onlarda ortak oldu bilip bilmeden. Birçoğunun gözleri ıslak, yüzleri mutsuz bir ifadeyle, vücudunu teslim etti o koridorlara ve bazen de ruhlarını...

Hastane; kimi zaman vücudumuzu, ateş topuna çevirir, kimi zaman da tir tir titrememize yol açan bir buz kütlesine dönüştürüverir. Eskiden oraya ait olma hissini benimsemekten yoksun olan ben, uzun bir zamandan sonra, ikinci evim gibi görmeyi kabullenmiş biri olarak karşınız da duruyorum. Empati kurmam dediğim gibi çok uzun sürdü. Önceleri ilk adımım da, ayakları titreyen bir kız çocuğudum, şimdi ayaklarım taşlaştı, beton zemine meydan okuyorlar. Bastıkça taşlaşıyorum, evet bu iyi birşey. İçimde ki gücün temsilcisi bu durum, kendi farkındalığımın kan kardeşi, dostu. Hayatı korkarak yaşamamam için bir ilke adeta!

O renksiz, sevimsiz ve soğuk atmosfer, şimdileri dalların da minik çiçekleri olan ağaçlarla bezeli. Taşa dönüşen ayaklar, o topraklara bastığı zaman, yumuşacık oluyor. Çıplak ayaklarım bitki örtüsüyle bir bütün halinde, küçük küçük filizlenmeye başlıyor, ta ki o tomurcuklardan çiçek açana dek...

Şimdi sırtınızı koltuğa iyice yaslayın, biraz dertleşmeye ihtiyacım var. Dinler misiniz?

Son zamanlarda, sabahları yatağımda gözlerimi açtığım da, gülümsediğimin ve mutlu olduğumun farkına vardım bugün. Gecelerden çok, sabahları tercihimdir. Çünkü, odamın cephesi güneşin doğuşuyla aydınlanır, odamda ışık hüzmeleri dolaşır ve kalın perdemin arasından sızarak bana merhaba derler. Bunları farketmeyeli ne kadar çok zaman oldu biliyor musunuz? Bugün güzel bir şarkıyla uyandırdım kendimi, çünkü yarın MR sonucumun neticesini alacağım. Kötü bir sonuç çıksa da, bugünü güzel geçirmeme engel olamaz diye düşündüm. Haksız mıyım? Belki de çok iyi bir haber alacağım kimbilir :) Bugünü yaşamak istiyorum ve sizinle de bu güzel günü paylaşmak.

Biraz önce kan testimin sonuçlarını aldım, hepsi çok iyi. Küçük küçük düşüklükler var ama ciddi bir durum yok anlayacağınız. Herşey normal seyrinde:) Sabırsızlıkla yarını bekliyorum, saat 16.00 - 18.00 arası gidip MR sonuçlarımı alacağım. Kağıtta yazanları şimdiden düşünmüyorum, aklım da sadece güzel şeyler var, belirtmek isterim ki, iyi olacak! Şimdiden onun heyecanını yaşıyorum, hatta şimdi öyle bir güce sahibim ki , sonuç kağıdında yazanları bile değiştirebilirim, tabi ki iyi yönde :)

İşte ben, son günümü böyle yaşamasını öğrendim, eskiden çokça karamsarlığa düşerdim. Kendimi negatif etkilediğim gibi, çevremdekilere de o gerilimli enerjiyi yayardım. Ah ne çocukça! derim şimdileri. Belki de iyileşmenin anahtarı burda! Bana söz verin, o anahtarı bulduğunuz da bana da haber verin olur mu? Ben şu andan itibaren anahtarımı buldum ve masamızın üstüne bıraktım. Yanlız anahtarım sadece bana olan kapıları açıyor, unutmayın. Masamda bir sürü anahtar bulmak istiyorum, çeşit çeşit ve hikayesi olan. Bunu benim için yapar mısınız? 






Sevgiler,

Gözde Becerikli 


21 Şubat 2014 Cuma

SADECE BİRAZ ZAMAN





Çoğumuz hayatın acımasız rutinine karşı, hiçbirşey yapamıyor biliyorum. Bunun sebebi maddi olabilir, hırs, beğenilmek, kıskançlık... Bazen durup "Ben ne yapıyorum diyor musunuz?". Ya da şöyle söyleyeyim, bu soruyu kendinize sorma cesaretiniz var mı?

Küçükken normal bir çocuktum yani standart diyelim:) Disney çizgi filmleri izleyen, hatta uzun süre "Disney" yazısında ki "y" harfini fontun yazılış şeklinden ötürü "p" harfine benzeten ama herkesin neden disney dediğine anlam veremeyen, bu çizgi filmleri izlerken yanında lolipop ya da bonibon tarzı şeyler yemeyi seven, bir yandan elinde ki barbie bebeğinin saçlarını seven bir çocuktan bahsediyorum. Bunlar o zamanlar yapmayı en çok sevdiğim şeylerdi, müzik dinlemek ve resim yapmak dışında:) Korkmayın! Size çocukluğumu anlatmayacağım şimdi:) Ortaokul 3.sınıftan itibaren, standart olan herşeyi, bir anda sevmemeye başladım, bu ergenlik olayı haliyle herkes yaşamıştır. Lise, üniversite derken bu anarşist ruh hali devam ediyor, bazılarımız ömrünün sonuna kadar bu ruh halinde olmaya devam ediyor, bazılarımız ise daha normal bir yaşam şeklini benimsemeye devam ediyor, doğru mu?

Hayatımızı seçimler yaparak sürdürüyoruz, şöyle birşey var ki, her iki farklı yaşam şeklini benimseyen insan modeli de , aslında hayatın akışına kapılıyor. O anarşist ruh dahi, hergün aynı işe gidip gelmek zorunda kalıyor, bunun aksini iddia etmeyin, ayrıca şu anda tam da çoğunluk kesime konuşuyorum:) İstisnalar var ama çok çok az bir yüzde diliminde! 

Konuma dönecek olursak, o akışın hızında yaşarken kendinizin aslında yavaş yavaş yok olduğunu biliyor musunuz? O çocuklukta ki cindy bebeklerinin saçlarını seven kız ya da pizza yerken ninja turtles izleyen küçük oğlan değilsiniz artık. Hergün takım elbise giymek zorunda olan, çevresindekilere emir veren ya da alan, arabasının anahtarını evde unutan, sonra o anahtarı aslında başka bir yerde mi olduğunu düşünen insan modeli? Pardon ben bu akışın içinde size ait bir parça görmüyorum. Bizim ihtiyacımız olan şey ise, arada bir kendimize karşı seyirci olmak ve kendimizi şımartmak. Eğer sürekli hayatın stresi içinde olmaya devam ederseniz, emin olun yaşam kaliteniz bir sürü sonra azalıcak. Ve sonu sizin yokoluşunuz...






İki hafta önce, bir anda karar alarak, otobüse atladım ve manisa'ya gittim. Uzun zamandır aile büyüklerini ziyaret etmek istiyordum. Oraya gitmek beni, çocukluğuma geri döndürdü adeta!
Ordayken geçmişimi sorgularken, aynı zamanda da kendimi düşündüm. Ara ara sohbet ettim kendimle, sorular sordum ve cevap aradım. 
"Ben napıyordum?", "Napıyorum?" , "Şu anda yaşadığım hayattan mutlu muyum?",  "Eskiden düşünüpte sahip olmak istediğim kaç şeye sahip olmuştum ?". Bunları tekrar ve tekrar sorunca kendime, cevapları yavaş yavaş gelmeye başladı. Kendimi uzun zamandır unutmuştum, hayatım, hastalıklar, sorunlar, ilişkiler herşey beni ele geçirmişti. Ele geçirildiğiniz de ise algılarınız kapalı oluyor, boğuyor sizi, bunaltıp bırakıyor. Enerjinizi emiyor, ruhen çöküyorsunuz. Arada benliğinize yaptığınız kısa buluşmalar, yapmak istediklerinizden uzaklaşmamanızı , böylelikle de gerçekten sizi mutlu eden şeylere sahip olmanızı sağlıyacaktır.

Kendinizi ihmal etmeyin, makyaj ve saç yapmaya ya da kıyafet seçmeye ayırdığınız vakit kadar belki daha bile fazla, ruhunuzun aynasıyla konuşmayı deneyin! :)

Yani ben, İstanbul'dan uzaklaşırken, aslında kendime daha yakınlaştığımı farkettim. Artık havada farklı bir kokuyu soluyordum, renkler farklı, şehir farklı, bende farklılaştım... Çok kısa zaman içinde, ne yapmam gerektiğini düşündüm. Kafama takılan soruların yanıtlarını buldum, içsel bir rahatlama yaşadım. Ve onları bu haftalarda hayata geçirmeye başladım.İnanın! Benim için yeni bir dönem başlıyacak, belki zor ve koşturmacası bol ama beni mutlu etmeye değer :) 


Aklıma geldi, bonibonları renk skalasına göre dizer, öyle yerdim!
Pek standart değilmişim, sanırım? :)


Gözde Becerikli






1 Şubat 2014 Cumartesi

DÜŞÜNCE GÜCÜMÜZÜN BİZİ TANRILAŞTIRMASI


BU YAZIMDA LÜTFEN ANLATACAKLARIM YANLIŞ ANLAŞILMASIN! TANRI KAVRAMINI SORGULAMIYORUM, HERKES İNANCIN DA SONSUZ OLARAK ÖZGÜR. SADECE BİZİM DE TANRI KADAR YÜCE OLABİLECEĞİMİZİN GÜCÜNDEN BAHSEDECEĞİM SİZLERE! HADİ OKUMAYA BAŞLAYIN ŞİMDİ!



Herkes iyi hissetmek için, kötü düşünceleri kendinden uzaklaştırabilmek ve olumlu olmak adına birçok yol deniyor değil mi? Hepimizin kendi adına yöntemleri var! Peki bu yöntemlerin kaçı etkili sizce? Başarabiliyor musunuz? Kötü bir olayın ardından iyi hissedebiliyor musunuz?

Bu soruları şimdi kendinize sorun bakalım!

İyi hissedebilmek için uygulanan genel insani yöntemlerin bazıları;


1-Ağlarken ve etrafa kin kusarken, buzdolabını açıp yemeklere saldırmak. 

2- Bir arkadaşınızı arayıp, başınıza gelen olayı anlatıp, hatalı olmadığınızı ve gerçekten iyi bir insan olduğunuzu o kişiden duymak. Size başka birinin "Evet mükemmelsin!" demesine ihtiyaç duymanız.

3- Kendinizi dışarı atıp, içki içerek olayı unutmak.

4- Bir sigara yakıp, televizyon da sevdiğiniz bir programı açmak.


5- O an çevrenizde kim varsa, sıkıntınızı onun üstünden çıkarıp, bağırıp, çağırmak.

6- Yorganızı kafanıza çekip, ağlayıp zırlamak ve sonucunda bitkin düşüp uyumak.

7- Lütfen bugün geçsin artık diyerek, Tanrı'ya yalvarmak.

8- Kuaföre gidip, saçınızın modelini ya da rengini değiştirmek.

9- Yarın kesin rejime giriyorum, 10 kilo vereceğim ve sonra da estetik yaptıracağım demek.


10- Bundan sonra bambaşka biri olacağım derken, olamayacağınızı bu kelimelerle sonlandırmak.


Evet, daha birçok yöntem var değil mi uyguladığınız? Ama malesef ki bunlar acınızı, sıkıntınızı küçücük de olsa azaltmayacak! Bu saydığım maddeler sadece ama sadece, olayı örtpas etmenize faydalı olur. Sonucun da bu yaptığınız tüm hareketler neticesinde, yine başa dönmüş olursunuz. Ben olayı kökten çözmenize yardımcı olacak birkaç sihirli söz söyleyeceğim şimdi sizlere.


İlk olarak başınıza gelen kötü olayı kendinize bağlamayın. Üstüne gidin. Neden? diye sorun bir kere. Neden üzülüyorum? Bunu cevapladıktan sonra, çözümsel yaklaşmaya çalışın, bu mutsuz halin üstesinden nasıl gelebilirim, bu birşey yaparak olmasın ama. Sadece düşünün, yanlız kalın. Sizin bunu başarabilmeniz için öncelikle kimseye ihtiyacınız yok, telefonunuzu, bilgisayarınızı uzakta tutun, gerekirse kapatın. Eğer evde bunalıyorsanız, parkta yürüyüşe çıkın, yürürken olayı sorgulayın ama kesinlikle kendinizi bunaltmayın, kendinize yüklenmeyin! 

Hayatımızda bizim elimizde olmayarak gelişen birçok durum var, bu durumlar o kadar geniş bir yelpazeye sahip ki!

Doğumumuzdan itibaren, hayatımız başlıyor ve yaşamak zorundayız, her ne şekilde olsun nefes almaya muhtacız. İşte bu durumda en iyi ve en mutlu nasıl yaşabiliriz sorusuyla karşılaşıyoruz! Belki çocukluğumuz da hayatı bu kadar sorgulamıyoruz ama yaşımız ilerlerken bunu her dakika düşünür hale geliyoruz değil mi?

Evet, yürüyüş yaparken sadece kendinizle olun ve bu ruh halinin geçeceğini, iyi olacağınızı kendinize söylemeye başlayın. O sırada ipodunuz da sevdiğiniz bir parçayı dinleyebilirsiniz mesela. Ama bu size özel bir şarkı olsun, kimseyi ya da başka bir durumu size anımsatmayan bir şarkı. Yürüyün, havada ki oksijeni iyice içinize çekin, beyin damarlarınızı mutlu edin!
Ruh halinden önce bedenimizi mutlu etmeliyiz işin sırrı burda. Çünkü bedenimize sadece biz hakimiz, nasıl çalıştığını sizden daha iyi kimse bilemez, prof. doktorlar bile size tam olarak söyleyemez bunu.

ÖNCE BEDENİMİZ!


Bedenimize özen gösterme disiplinine sahip olabilirsek ve bunu kontrol edebilirsek, herkes kendinin yaratıcısı haline gelir. Kendinizin tanrısı olursunuz. Evet ciddiyim, eğer saçma geliyorsa da hala okumaya devam edin! Bir kaybınız olmaz emin olun! Vücudumuza sevgi sinyalleri göndermemiz gerekiyor, bunu nasıl yaparız peki?

Düşünerek, ona iyi bakarak, bedenimizle konuşarak. O bizden ayrı bir parçaymışcasına bazen onun da sevilmeye ihtiyacı var ,bunu aklınızdan çıkarmayın. Eğer düşünme mekanizmamızı iyileştirebilirsek, gerçek anlamda güçlü bir insan haline geliriz. Yaşadığınız kötü olayları ekarte etmeyin! Üstüne gidin, kendi kendinize sorun, konuşun, beyniniz size güzel bir geri dönüş yapacak. Sonra herşeyin iyi olacağını, yarın sabah uyandığınız da gayet güzel hissedeceğinizi düşünün. Bunu atlatacağım ve herşey eskisinden de iyi olacak ! İşte sihirli sözler bunlar. Eğer siz inanırsanız ve bunları yaparsanız, evrende ki tüm pozitif şeyler sizin etrafınız da toplanacak. Bu aldatmaca değil, bu geçiştirme değil. Bu sizin bedeninizle olan mahkemeniz!

Size hep bundan bahsetmeye çalışıyorum, uzun zamandır blogumu okuyanlar yazılarımda, düşünce gücü ve kendinize olan inancınızla herşeyin gerçekleşebileceğini anlattığımı bilir. Benim birçok şeye karşı yeteneğim var, bunları hedeflediğim şeyi ciddiye alarak ve yapacağıma inanarak elde ettim. Kendimle yüzleştim, eksilerim hala çokça ama elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum. İntihar etmeyi bile düşündüm zamanın da , ama yokoluşu biz bilemeyiz. Bu Dünya'dan kaçışımız sadece bize acı verir, tüm kötü şeyleri kabul edelim, onlarla yaşayalım, onları sevelim ve onlara güzelce durumu izah edip, bir kenara çekilip yolumuza devam edelim. Gülen gözlerle, mutlu bir benlikle...


BLACK DIARY'NIN YARATICISI

Gözde Becerikli :)

25 Ocak 2014 Cumartesi

HASTALIĞIN İÇYÜZÜ

                            NE KADAR SAĞLIKLI GÖZÜKÜYOR OLSAM DA ...





... Bu üç noktanın anlatacağı bir sürü şey var aslında. Hastane koridorları, iğneler, hemşireler, doktorlar, kontroller, damarların patlaması, halüsilasyonlar, kabuslar, korkular, güçlü olma çabaları, umutlarımız. Kanser, ne kadar çok şey barındırıyor içinde oysa ki! 

Gösterdiğimiz tüm çabaların, bir MR sonucu veya kan testi sonucuyla bir anda yok olup gitmesi. Tekrar başa döndüğünüzün sinyaleriyle umudunuzun kırılıp parçalara ayrılması... İşte bu kanserin iç yüzü, sevimli olmayan, söylediğiniz de kimse de sempati uyandırmayan bir hastalık bu! Çevrenizdekilere bu hastalığa yakalandığınızı söylediğinizde ise, ortaya çıkan kaos da cabası. Sizin üzüntünüze bir de onların üzüntüleri ekleniyor, gün geçtikte artıyor, çoğalıyor, boğulduğunuzu hissettiriyor adeta! 

Ben hastalığım süresince, daha önce de dediğim gibi hep güçlü taraf oldum, olmaya çabalamadım dahi. Bunu tüm açıklığımla size söylüyorum. Adaptasyon yeteneğim geçmişten gelen bir özellik. Hiçbir zaman girdiğim bir ortamda da yabancılık çekmedim, yadırgamadım, anlamaya çalışır buldum hep kendimi. Belki de bu özellik benim kanseri defalarca yenmemi sağladı. Hep şunu düşündüm, korkarak ve kabul etmeyerek nereye varabilirdim ki?

KORKU-GÜÇ İKİLEMİ

Her günü ağlayarak geçirip, isyan edip, diğer insanlarla karşılaştırmalar yapıp...Bu durum kanser olmayabilirdi, belki en değer verdiğiniz insanı kaybedebilirdiniz, iş yeriniz iflas edebilirdi, bir arkadaşınızın söylediği bir yalanla hayatınız altüst olabilirdi, uyuşturucu bulundurmaktan hapse girebilirdiniz ya da sizin yüzünüzden biri ölebilirdi. Bunun cevabı kabul edebilmekten geçiyor, her ne olursa olsun, bir şekilde önünüze bakabilmek umudunuzu yitirmemek ve güçlü durabilmek. Kalbinizin bir yerinde bunlarla başa çıkabileceğinizi biliyorsunuz ama uygulamaya gelince, sızlanıp durmak niye?

Hepimizin hayatında korkular var! Başarısızlık korkusu, kaybetme korkusu, yaşlanma korkusu, yükseklik korkusu ve diğer fobiler, hastalık korkusu ve hasta olma korkusu, ölüm korkusu, yanlızlık korkusu... Bunlar gibi birçok korku hayatımızın içinde, hemde hepsi. Bende bu yok demeyin, kendinize itiraf etmeseniz de bu saydığım tüm korkuları insan hayatının bir döneminde yaşıyor, hepsi insani hisler çünkü. Bizi biz yapan şeyler...Basite indirgemiyorum, inanın ki. Eğer güçlü olursak herşeyi yapabilme ve başarabilme yetisine sahibiz. Tüm olay beynimize hakim olmaktan geçiyor. Ben bugüne kadar inandığım kısmen birçok şeyi başardım ve bunları başarmamı engelleyen birçok durum olsa dahi.



Mesela kan aldırırken hemşireler bize " Lütfen başka tarafa bakın " der değil mi? Bunu söylemelerinin sebebi aklınızı başka bir şeye yöneltmek adınadır! Eğer kan aldırmaktan korkuyorsanız , o an ter içerisindeyseniz beyninizi başka bir düşünceye yönelterek o korkunuzu yenebilirsiniz ve acıyı hissetmezsiniz. Ben geçirdiğim birçok ameliyat sonrasında bunu yaptım. Özellikle direnleri karnımdan çekerlerken:) Gerçekten acıyı bir nebze de olsa azaltırıyor bu düşünme hali. Burdan yola çıkarak, hayatımızda olan biten birçok şeyi yönlendirebiliriz aslında. Yani sadece düşünme gücüyle korkularımızı yenebiliriz.

Küçükken böcek fobim vardı, bu fobi çok uzun zaman beni hakimiyeti altına aldı. Tuvaletlere giremezdim eğer tavanda bir örümcek varsa !! Bir zamanda araba fobim vardı, o da yaşadığım bir kaç küçük kaza sonucu oluşmuştu. Azıcık hızlı giden bir arabaya bindiğimde başım dönerdi, ellerim terlerdi ve kalbim hızlı hızlı çarpardı. Gel zaman git zaman bu fobiyi de yendim:) Aslında bu korkuların köküne inecek olursak yaşadığımız tramvatik olaylara bağlı olduğunu görebiliriz bunu zaten sizde biliyorsunuzdur. Fakat bunlarla nasıl başa çıkılabileceğini ben size anlatmaya çalışıyorum şimdi!



FEAR IS THE NEW BLACK


8 tane büyük ameliyat geçirmiş biri olarak, ilk başta sağlam durmak gerektiğini söyleyebilirim. Araştırmalara göre güzellik adına yapılan ameliyatlar da insanların daha çabuk iyileşme gösterdiği saptanmıştır. Hem ruhsal hem de fiziksel olarak. Neden? Sebebi sadece düşünceden geçiyor. Ameliyat sonrasında mükemmel gözüküceğinizi bildiğiniz için kendinizi yataktan daha kolay kaldırabiliyorsunuz, bedeninizde ki dikiş izlerini, sargılarını umursamıyorsunuz bile. Çünkü odaklandığınız şey sadece sonucunda güzel gözüküceğinizi bilmeniz. Mantıklı sanırım ? :)


Bir de şöyle bir örnek vereceğim. Mesela sevgiliniz sizden ayrıldı ve siz gerçekten ayrılmasını beklemiyordunuz. Sizin için büyük bir yıkım oldu diyelim. Sabah uyanmak istemiyorsunuz, onu sürekli aramak istiyorsunuz, bir süre sonra onu istemek bir saplantı haline geliyor. İstediğiniz şey, ne şekilde olursa olsun onun size geri dönmesi. Aslında burada artık istediğiniz şey, o kişi değil. Sadece yenilgiyi kabul edememek. Bunu yaşadınız değil mi? Pekala. Siz ondan ayrılmış olsanız durum ne olurdu? Eminim ki çok üzülmezdiniz? Sabahları yatağınızdan kalkardınız, kendinize güzel bir kahvaltı hazırlardınız ve günlük işlerinizin başına dönerdiniz. Arada bir aklınıza gelirdi ama ayrılmış olduğunuz için derin bir nefes alırdınız zaman zaman:) Burada varmak istediğim nokta, tercihlerinizi siz belirliyorsunuz aslında. Eğer o sizden ayrılmış bile olsa, o kişiyi zihninizden kolaylıkla atabilirsiniz, korkunuz sadece üzülmek! Üzülmekten korkuyorsunuz. Peki üzülmekten korkuyorsanız, nasıl üzülemeyeceğinizi düşünmeye başlayın bir kere de!

Bunu başarabilen insanlar var, ben de bunun gibi duygusal gerilimler yaşadım zamanında ama artık kendime üzülmemeyi aşılıyorum. Beni üzen olaylardan ve kişilerden uzak duruyorum. Tehlike duygusunun ortaya çıkardığı adrenalini hepimiz seviyoruz biliyorum. Ama bunu başka şeylere yöneltmek daha mantıklı derim ben!

Büyük ve acılı geçirdiğim bazı ameliyatlar esnasında, bir ara şiddet filmleri izlemeye yönelmiştim. Bahsettiğim şiddet içerikli filmler, eminim birçoğunuzun tahmin ettiği cinsten değildir. Benim izlediklerim, işkence ağırlıklıydı. "Aftermath", "Grotesque" , " Sodom'un 120 günü" tarzı filmlerdi. Bunları izleyip, kendi acımı azaltmaya çalışıyordum. Üzülme ve acıma duygularımı yok ediyordu. Aynı zamanda, benim yaşadığım acılardan daha büyük acılar olduğunu görüp, kendimi rahatlatıyordum. Kendime terapi uyguluyordum bir nevi. Ekstrem ameliyatlar ve ekstrem hastalıklarla ilgili birçok belgesel izledim. Aslında hasta bir insanın tüm bunlardan uzak olması gerekir değil mi?

Ben öyle yapmadım, korkularımın, hayatta olan biten kötü şeylerin üstüne gittim. İzledim, üzüldüm, ağladım, acıdım ama sonunda sadece şu anda çok iyi durumda olduğumu düşündüm. Hem iyi olduğumu ve olacağımı da. Fazlaca geleceği düşünmeden, bugün iyiyim demelisiniz. Yarın ya da sonrası için korkup , kaygılanmayı bırakın. Sadece herşeyin yolunda olacağına inanın. Her ne şekilde olursa olsun!

Bu hafta ki tavsiyelerim bunlar Black Diary'de :) Unutmayın, hayatı en iyi şekilde yaşamak hakkınız, o zaman korkular niye?


Gözde Becerikli


16 Ocak 2014 Perşembe

KANSERİMİN SOSYAL ORTAMI

KİMSE SİZİ ANLAYAMAZ , SİZDEN BAŞKA...



Cümleme nerden başlasam diye düşünürken yaklaşık 10 dakika geçmiş bile! Bu hafta sağlıkla ilgili haberlerim iyi olsa da psikolojik açıdan biraz düşük durumdayım. Bazen böyle hissetmek insani değil mi? Eğer hep mutlu olsaydık, mutluluk nedir bilmezdik zaten.

Beyin MR sonuçlarım temiz çıktı, sinüslerim de gayet iyiymiş. Başağrımın sebebi muhtemelen geçen hafta kaptığım grip virüsünden ötürüydü, beni epey yatağa bağladı H3N2!! Herkes dikkat etsin, sosyal ortamda çok öpüşmeyin herkesle! :) Bu öpüşme faslı da bize mahsus birşey :) MR sonuçlarım haricinde kan testlerimde gayet iyi çıktı, bazı değerler düşük ama çok önemli değil.

Biorezonans'a haftada iki gün gitmeye devam ediyorum, beni daha sakin ve huzurlu yapıyor, üstümde ki kötü enerjiyi alıyor adeta. İyileştiğimi hissediyorum. Ne kadar sevindirici !! Ayrıca vejeteryan oldum ,biorezonansa başladığımdan beri ve kendimle gurur duyuyorum. Zaten uzun zamandır et yemekten olabildiğince uzak tutuyordum kendimi ve özellikle Çin'de hayvanlara yapılan korkunç imha etme yöntemlerinden ve GDO lu etlerden sonra emin olun et yeme düşüncesi bile midemi bulandırıyor.

NEFRET ETMEMİZ İÇİN BİRÇOK SEBEP

Herkesin bu konuda bilinçlenmesini istiyorum. Fast Food restorant zincirlerinden yemek almayın. McDonalds ve özellikle Kentucky Fried Chicken gibi... Eğer et yemek istiyorsanız, iyi kalite restorantlarda biraz fazla hesap ödeyip öyle yiyin ya da evinizde kendiniz pişirin. 14-16 yaşlarında gençlerin bu tarz şeyleri tüketmemesi gerekiyor özellikle gelişim çağında, bol katkılı yiyecekler ileride birçok hastalığa sebep olacak, aile bireyleri bu konuda bilinçlensin. Bilinçli beslenen ve çocuklarını sağlıklı yedirip içiren birçok aile var ama belli bir kesim hala beslenme şekline dikkat etmiyor. Mac Donalds, Burger King yerine Mano Burger ya da Num Num gibi yerlere gidin , fast food severler. En azından orda ki etin içine uzun ömürlü olması için katkı maddesi konulmuyor. Bana sorarsanız hiç yemeyin ama , yemek isterseniz de biraz sesime kulak verin ! Yavaş yavaş diğer gdo lu besinlerden bahsedicem ama bu yazımda değil, çok korkutmak istemiyorum sizi. Birçok kişi biliyordur zaten! Bazen hatırlatmak gerekli ama! Birçok eve hala tüm gdo lu yiyecekler giriyor, BİLİYORUMMM!! :)


YEDİ ÖLÜMCÜL GÜNAH

Bugünkü konu başlığıma gelecek olursak , ilk başta bu yazımın sanırım blogumda ki en uzun yazı olacağını düşünüyorum. Çünkü biraz biriktirdim, biraz düşündüm, biraz da kendimle ilgilendim bu hafta. Evet sosyallik bundan bahsedicem anlayacağınız üzere. Bir kaç haftadır durgunum ve yanlızım, düşüncelerimle başbaşa kaldım. Kitap okuyorum ve film izliyorum sürekli. Rüyalarım gerçeklikle karışıyor. Kitapta okuduğum cümleler ve olay örgüleri , filmlerle karışıyor, sonra rüyalarıma dahil oluyor. Kafamda yoğun bir koşturmaca almış başını gidiyor. Biraz isteksizim, biraz umutsuzluk var. Bu hafta güzel bir iş teklifi geldi, fakat yeri Halkalı da olduğu için teklife hayır demek zorunda kaldım. Eğer sağlıklı olsaydım ve o kadar uzağa gidebilmek için enerjim olabilseydi, emin olun o teklife koşa koşa evet derdim. Bunları düşünmek beni üzüyor, hastalığın izleri hep hayatımda. Evet herşeyi olduğu gibi kabul etmek vardı hani? Unutmamalıyım biliyorum ama beni çaresizleştiriyor çoğu kez. Bu gibi negatif şeyleri de sizlerle paylaşabilirim değil mi?

Paylaşmamın bir sebebi var, beni de düşünmenizi istiyorum.Ben sizi hep düşünüyorum. Bazen kaybolduğumu hissediyorum, çevremdekiler yaşadıklarımı göz ardı edip benim nasıl olduğumu nasıl hissettiğimi sormuyorlar bile. Bu aralar dediğim gibi çok yanlızım. Arkadaşlarıma, erkek arkadaşıma, geçmişte ki herkese , aileme ve size sesleniyorum. Neler olup bittiğini bana sorun, bende size anlatayım...Geçmişte yaşadığım sevgili ilişkilerimde hep hayal kırıklığı yaşadım, bir çoğunda yukarıya yazdığım yedi günah vardı. Kibir, açgözlülük, şehvet düşkünlüğü, kıskançlık, oburluk, öfke ve tembellik. Ben onlara bakarken bu yazdığım yedi günahın tüm bedenlerini ele geçirmiş olduğunu gördüm, bahsettiğim şey tabiki hepsinin fazlaca onlarda olması. Hele bir tanesi yedisinin de hakkını veriyordu! Kendini nasıl kaptırmış hayata ama hayat gözünün önünden akıp geçiyor oysa ki, o görmüyor.



Neyse blah blah blah...

Asıl bahsetmek istediğim şey ise, kanseri defalarca yenince ya da bir kere bile yenseniz, size ayrı bir güç geliyor. Bu gücü gerçek anlamda çok büyük zorluklar geçirmiş kişiler anlayabilir. Diğer insanlar!! Malesef çok ama çok üzgünüm , çok farklı bir yerdeyiz.Ben size yardımcı olmaya çalışacağım. Beni dinleyin şimdi!

O dediğim güç, olayları çıplak gözle değerlendirmenizi sağlıyor, insanları özellikle. Onların sizin karşınızda ne kadar aciz varlıklar olduğunu görüyorsunuz, çünkü siz farklı bir yerdesiniz!!  Gerçekten çok benciliz, bunu kabul edelim ilk başta. Ama bencilliğin boyutları da var değil mi? Ben hastayken hayatımda olan insanların birçoğu bana destek olmadı, olanlar üstüne alınmasın. Ben birçoğunun ruh haliyle cebelleştim, hele bir kişi bana , ben kanserim diye beni suçladı . "Sen kansersen, bende kanserli bir kızın erkek arkadaşıyım" dedi. Vayyy Be! İşin çok zor dostum senin, ohhh neyse ki kanser olan benim, hadi yırttık! Böyle insanlar var biliyorsunuz değil mi? Aramızda o insanlar, insan kılığına girmiş dolaşıyorlar. İsmiyle hitap ediyoruz, ruhu başka bir tür! Ne yazık ki bundan daha beter davranış şekilleriyle de karşılaştım bu süreçte, insanlar siz hastasınız diye, size ayrıca önem göstermiyor, bunu baştan söyleyim. Hatta sosyal ilişkiler daha da bunaltıcı hale gelebiliyor. O yüzden kimse sizden daha önemli değil, hastayken birde bunları görüp, yaşayınca işte bahsettiğim güce yaklaşmış oluyoruz! Ben gücümü buldum, artık beni kimse üzemiyor, üzmüyor da! O kötü insanlar artık hayatımda da yok, hiçbir zaman olmadılar da! Olmıyacaklar da!

Benden bu kadar!!

xoxo

Gözde B.